Demokrasi Kılığında Plüralist Şeytanlık
Bahaddin Yeşilkaya
Aslında hegoman ve küresel güç merkezleri öteden beri “DEMOKRASİ” kılıfı altında bu şeytanlığı hep
yaptılar, hep yapıyorlar, hep te yapacak görünüyorlar.
Çünkü “DEMOKRASİ”, diğer yönetim sistemleri arasında kılıf giydirilecek en uygun yapı anlayışıdır.
Gerçi, ‘DEMOKRASİ’; kavram olarak tek başına masumiyet ve iyi niyet taşısa bile, süreç içinde güç
merkezleri, tıpkı kutsal kitapları tahrif ettikleri gibi DEMOKRASİ anlayış ve yaklaşımını da kendi amaç
ve emellerine uygun bir kılıfa dönüştürmekten hiçbir zaman geri durmamışlardır.
Çünkü ‘DEMOKRASİ’, hiçbir yönetimde olmadığı kadar istismara ne kadar açık olduğu bu yüz yılda
ülkemiz dahil, yakın ve uzak bir çok coğrafyalarda çok ama çok çok şahit olduk.
Çünkü bu hegoman ve küresel güç merkezleri kendi çıkarlarına karşı itirazı olabilecek anlayış ve
yönetimleri alaşağı yapabilmeleri için, DEMOKRASİ kılıfında sosu çok zengin tutarak gerekçeler
oluştururlar.
Bunlar; kimi zaman insan hakları ihlali adına, kimi zaman diktatörlük adına, kimi zaman siyasi çıkar
adına, kimi zaman yolsuzluk bahanesi altında kendi müdahalelerine “DEMOKRASİ” üzerinden
meşruiyet kılıfını giydirirler.
Bütün bunları yaparken de hiçbir enstrümanı kullanmaktan geri kalmazlar. Yeri gelince müdahale
edeceği ülkenin silahlı kuvvetleri üzerinden, yeri gelince muhalefet adı altında siyasi partileri ve sivil
toplum örgütleri üzerinden, yeri gelince Oligarkları kullanarak, yeri gelince de istihbarat servisler
üzerinden suikastlar yaparak gerçekleştirirler.
Tüm bu müdahalelerin meşruiyetini de kendilerinin fonladığı, beslediği görsel, yazılı ve sosyal
medyaları üzerinden dünya kamuoyunu, ülke toplumları kandırarak, manipüle ederek ya da
yönlendirerek en kolay ve en masrafsız bir şekilde şeytani bir yol ve yöntem kullanarak yaparlar.
Ve bütün bunları yaparken de büyük yalanlarla algı oluşturmakta hiçbir be his görmez ve küstahlıkta
sınır tanımazlar.
Nitekim ülkemiz, bu hegoman güç merkezlerin ilgi alanın tam da merkezinde ve de hedef
tahtasındadır.
Kesinlikle bu bir abartı değildir. Aksine tamda bu bir realitedir.
Çünkü yakın tarih bunun en bariz şahididir.
Sadece benimde içinde olduğum kuşak, bu ülkenin yaşadığı badireler, başına geldiği belaların son bir
asırda pişmiş tavuğun başına gelmediğini, görmüştür ve de şahit olmuştur.
Ülkemizin ve milletimizin bu hegoman güç merkezin ya da aklının hedefinde olması tabii ki, tarihi bir
arka planı vardır. Bu tarihi arka planın en dibinde bu hegomanya aklına karşı bu milletin ‘itiraz’ ı
olması yatmaktadır. Bu itirazın kökü ise KÖLE ve EFENDİ ayrımcılığıdır.
Hegoman akıl hep “EFENDİ” hep üstün hep seçkin hep ayrıcaklı olmak ister.
Kendi dışında herkes alttır ve herkes bir şekilde birer KÖLE dir.
Aslında bütün bir mesele, ‘İYİ’ ile ‘KÖTÜ’ mücadelesidir.
Yani HAK,BATIL savaşı.
Milletimiz İslam’la müşerref olmanın hemen başında, KÖTÜ ile arasındaki savaş, görece bir iki ara
dönem dışında, iki asır öncesine kadar İslam’ın şanlı bayrağını hep yükseklerde tutmanın şerefine
varmıştır. İki asır öncesi hegoman akıl, savaş tekniklerini ve araçlarına farklı bir boyut kazandırarak
hegomonik emeline uzun bir aradan sonra kısmen de olsa avantajları lehine çevirmiş durumda.
Tabii ki; mücadelenin temelinde milletimizi gönül coğrafyamızdan önce soğutmak ve sonraları
tamamen kopararak tek başına bırakarak parçalara bölmektir.
Çünkü bu millet, ümmet birliğinde emeği en çok olan ve hegoman akla en çok ve asırlar boyu en uzun
süre belini ve bileğini kırandır.
Şimdilerde tam da bu millet, eski ruh kökü azıcık canlanmışken, içerden Hegoman güç merkezleri ya
da aklı adına, sözde “DEMOKRASİ” üzerinden, plüralist bir hile ile yada şeytanlıkla bir masa etrafında
bir araya gelerek, henüz kendine gelmiş bu milleti yeniden zayıflatmak, diz çökertmek ve birilerine
muhtaç hale getirmek için bir büyük gayret içine girdiklerine şahit oluyoruz.
Tamda burada yeri gelmişken bir gerçeği bir büyük teessürle söylemeden geçersem bu toprağın bir
evladı olarak bu millete iyilik değil, bir büyük kötülük olacağını düşünüyorum.
Gerçek olan şu ki, medeniyetimiz öncesini tam olarak bilmemekle birlikte, ancak millet ve ümmet
olarak bin yıldır üzerinde yaşadığımız bu coğrafyada, günümüzde olduğu gibi medeniyetimizin hemen
hemen her bir döneminde bağrında haini, kahpesi, kalleşi, muhterisi, alçağı hiçbir zaman
eksilmemiştir.
Tabii ki, tüm bu alçak kafaların böyle millet memleket düşmanlığına soyunmaların arkasında mutlaka
kendilerince her birinin bir hesabı olmalı ki, bu türden kalkışmalara kalksın.
Bana göre, bu kalkışmaların arka planında kimileri tarihi hesaplaşma, kimileri ırkçılık hastalığı uğruna,
kimileri soysuzlaşma, kimileri aklı çelinmiş, kiraya verilmiş olanlar, kimileri ufak hesaplar uğruna,
kimileri kin, nefret, çekememe uğruna, kimileri sapkın ideolojiler uğruna, kimiler siyasi ihtiraslar
uğruna, kimileri de kişiliksiz karaktersiz ve üç kuruş uğruna…
Ama şurası da bir gerçektir ki, bu millet bu şer ve hegomanik piyonları, olağan üstü haller olmadıkça
çok büyük hileli oyunlar kurmadıkça, bu millet büyük feraseti ve basiretiyle her defasında şamar
oğlana çevirdiğini, fırsat vermediğini biliyoruz.
Bu defa da geçmişte olduğu gibi bu hegomanik aklın piyonları plüralist bozguncu şeytan masası,
milletimizin bir büyük şamarı ile sersemleşeceği, her ne hayal kurdular ise ayaklarına dolanacağına
inancım tamdır.
Çünkü bu Plüralist bozguncu şeytan masada her birinin yedi kocalı Hürmüz olması, milletimiz
nezdinde hiçbir kıymeti harbiyesin olmadığı gibi bir primi de yoktur.