Hülya MURAT

GÖL KÖYÜ(M)

Hülya MURAT

 

Köy hayatı, hepimizin sevdiği ve hatıralara sahip olduğu bir büyülü yaşam kesitidir.

İçimizde bir çoğumuz, hafta sonu ya da okul tatillerinde aileyle köy minibüsüne binip köyün yolunu tutmuş; o gizemli yolculuğu yaparken başımızı minibüsün camına yaslayıp; köyde ne kadar, nasıl eğleneceğimizin hesaplarını yapmışızdır.

Köyün o kerpiç kokan, güneşten toprağı, damı kavrulmuş; duvarları mavi, yesil badana boyasıyla özensiz boyanmış evleri...Sonu her zaman ya camiye ya çeşmeye çıkan , gelisigüzel ve orantısız, eğik büyük, daracık sokakları; ansızın tepemize sıçrayan bir horoz ya da köşeden çıkıveren bir koyun sürüsü...

Bunlar bir çocuk için inanılmaz heyecan ve gizem taşıyan şeylerdir.

Haftada veya onbeşte bir gördüğümüz köy cocukları, biz şehirli çocukları bağrına basar.Ve en saklı, en gizli oyuncaklarını belki oyun köşelerini göstermek ve bizi yeniden gelmemiz için ikna etmek adına birbiriyle yarışırlardı.Bu ne saf, ne çıkarsız bir dostluk...İstedikleri doğa ile ic ice yasamı bizim de  tadabilmemizdi.

Köyün coban köpeği , ismiyle müsemma sarı kız inek ve o cömert çayırlarda zıplayan süt kuzuları pesinde kosup yorulunca; genzimizi yakan o tandır ekmeğinin mis gibi kokusu, acıktığımızı bize hatırlatır.Hemen , en yakın ev kimin ise oraya gider.Sıcak ekmeğe sürülmüş belki de bir daha hiç o tadı alamayacağımız o yağlı nevalemizi kapıp, güneşten sıcacık olmuş bahçe duvarına oturup yerdik.Sonra da en güçlü olanımız , bahçedeki tulumbaya asılır, avuçlarımızdan taşan o buz gibi kuyu suyunu içer; tekrar yamaçtan yukari kosup, köyün tüm daracık sokaklarını arşınlardık.

Ta ki akşam olup ezan sesini duyana kadar...Ta ki telaşla yuvasına dönen kuş sürülerinin cıvıltısını duyana kadar...Ta ki deliktaşa otlamaya gelen diğer sürülerin boynundaki bakır çanların çıngırtısını duyana kadar...

Bunlar köy özleminde olan , orada mutluluğun doruklarına cıkan bir şehirli çocuğun cocuk duyguları...

 

Sözleri şair Ahmet Kutsi Tecer'e ait, ilkokul sıraları ezgisi

"Orda bir köy var uzakta,

  O köy bizim köyümüzdür.

 Gezmesek de, tozmasak da,

O köy bizim köyümüzdür.

Iste ben de cok uzakta değil cok yakınımda olan köyüm( Hankendi) GÖL KÖYÜ'NE  uzanıp, geçmiş yaşantısını dilim döndüğünce anlatayım istiyorum.

Büyüklerimizin ( Babaanne, dede, hala) yaşadığı, köyün tam ortasındaki konak içinde hep kaybolacağımı sanırdım. Burası insana huzur veren, bir masal ülkesi tadında.Sessizlik de mutluluğun anahtarı gibiydi ama sürekli haraket halinde olan köylüler vardı.Cesitli işler, çalışmalar yapan.Bayramlarda ise büyüklerin elini öpmeye gelenler.Saygı ve sevgiyi içine sindirmis.Atamızın dediği gibi" Milletin efendisi" olanlar...

Sabahları gün doğmadan, horoz sesleriyle uyanılır.Sonra, annesini arayan kuzular, koyun, keçi ve ineklerle meralara gider.Akşamları meralardan dönerken bir o yana bir bu yana kaçışırlardı.Oysa ki gelirken tam tekmil sırada gibiyken yuvalarına dönme heyecanını yasıyorlardı, kimbilir?

Dönen her kuzu annesini tanır.Sütünü içebilmek için koşuşurlardı.

Kocaman bir bahcemiz vardı.Rahmetli  dedemin gözü gibi koruduğu.Şimdilerde bizim bakamadığımız.O zaman içinde fındık ve incir ağaçları; her tür sebze ve meyvenin olduğu.Ciçeklerin özellikle güllerin bülbüllerle buluştuğu...Arıların bal yapabilmek için yarıştıkları...Doğa harikası...

Evin arkası da ilkbaharda bir renk cümbüşüne dönüştüğü badem ağaçları ve rengarenk üzümleri olan bağdı.

Üzümler siyah, beyaz, kırmızı renklerde.Asma tevekleri arasından sarkarak; bize güzelliklerini sergilemek istercesine; toplanma sabırsızlığı içerisinde...

Badem meyvesi , doğanın bize sürprizi gibidir.Olgunlaşmadan çağla, olgunlaşınca badem adını alır.Her ikisi de severek yenir.

Sonbaharda, bağ bozumunda adı üstünde bağ üzümleri ve bademler toplanır.Ambarda depolanır.Bademler kırılır.Orcik( sucuk) olması için.Üzümler ezilir.Sırası sonra pişer.Pekmez olur.Bulamaç yapılır.Orcikler asılır.Kurutulur.Özel küplere konurdu.(Şimdilerde de yapılan.)Sağlıklı olması için toprak küplere istiflenirdi.Pestiller ise temiz beyaz bezlere ( hasavan) serilirdi.

Kayısı ve erikler de  damlarda, hoşaflık olarak kurutulurdu.Kayısı ve eriklerin içleri ikiye ayrılır.Bu işlem de genelde akşamları yapılırdı.

Bulgur ve mercimek de köy mahsulü olduğundan; bunları öğütmek için de el değirmeni kullanılırdı.Iki taşın üst üste olduğu.Yuvarlak bir sapı olan.

Bir de büyük büyük taşlar dikey olarak atlara bağlanır.Böylece bulgur, dövmeden ayırılırdı.

Ve ben bir gün köyde cok merak ettiğim; bize gitmesi yasak olan bir yere gitmiştim.Bana küçük yaşlarımda çok ilginç gelen bir yere.Harman yerine.Çünkü bana uzaktan" tak tak" sesi müzik nağmesi gibi gelirdi.Merak ederdim.

Harman yerinde buğday ile saman ayrılmalıydı.

Bunu harman makinesi yapardı.

( Patos) denen.Buğdaylar, oraklarla tarladan derilir.Tarlalarda gemler, sivri sivri dönerek buğdayları ezer.Sonra ( patosa/ sap döver) gelir.Tahıl dövülmüş.Tohumları, sap ve kabuğundan ayrılmış olur.

İşte benim kaçarak gittiğim yer , gözümde zamanın( luna parkı) olan harman yeriydi.Gem iskemlesine( öyle dedikleri) oturmustum. O döndükçe ben cok keyif alıyor. Cocuk kalbim de carpıyordu.Uçuyormuş hissiyle coştukça, çosuyordum.Ta ki beni oradan koparırcasına aldıklarında.Uzun süre kalmak istediğimden, cok üzülmüştüm giderken.Rahmetli annemin yasak koyarak, kızmasına da...

Ama şimdi yasakları delmiş olmanın yanlışlığıni biliyor ama o günü yaşamış olmanın heyecanını hala hissediyor olduğumdan, iyi ki gitmişim diyorum.

Yaz aylarında, damlara boydan boya döşeklerin serilip, ışıl ışıl parlayan yıldızları üzerine örtüp; cırcır böceklerinin ninnisinde uyumak gibisi var mı?

Yine damda yıldızları seyretmek bize tek tek inerek dileklerimizi kucaklayıp gökyüzüne ulaştıracakları hissini veriyordu.

Zühre( Coban yıldızı) tüm gezegenlerin istikametinde dönüp, dururdu.

Kayan yıldızlar, içimize ürperti, hüzün verirdi.

Geceden sonrasında, tandırlarda yapılan tandır ekmekleri yığın yığın, sıra sıra dizilirdi.Sütle yapılan top ekmeklerin lezzeti de bir başkaydı.Marifetli eller eseri...

Yayıkların icine yogurtlar konur.Yayılır.Yağ olunca da hemen saç ekmeğine sürülüp, yenir.Ayranı da içilirdi.

 

Ben bu güzelliklerin azını yakalamış olsam da, bir kısmını da büyüklerimden duydum.Ve tersine göç denilen köye, köy hayatına varabilme isteğimi satırlara döktüm.Köyüme vefa borcu hissiyle...Ara sıra gittiğim...Çünkü orada benim canımdan çok sevdiklerim yatıyor.Köyümüzün gercek sahipleri...

Ve şimdi ben de şairin dediği  gibi son isteğimi dile getiriyor ve diyorum ki:

" Eğer ölürsem buralarda.

  Eğer benim için ağlayan biri varsa, başucumda.

  Vasiyetimdir,

   Beni götürsünler doğduğum topraklara,

   Beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar.

   Başucumda biten yediverenleri aşıklar koklasınlar."

   Değerli Okuyucularımız,

   Köylerimiz hayat

   bulmak için bizi

   bekliyor.Kısa ve uzun

   ziyaretler şeklinde olsa

   bile.

   Köy ve köylülerimizle

   hayata koşalım...

    Sağlık ve huzurla...

    HÜLYA MURAT

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENİ

Yazarın Diğer Yazıları