Lady Mary Wortley Montagu'nün Mektuplarında Osmanlı Kadını
Tuba Rahmet Ekinci
Selamlar Haberayrıntı okurları. Kadın haklarının konuşulduğu bu günlerde, geçmişin kadınlarına dair gerçekleri hatırlamak büyük bir ihtiyaç. Bugünün tartışmalarını anlamanın yolu, dünden bugüne aktarılan deneyimleri doğru okumaktan geçiyor. Osmanlı kadınlarının yaşamı da bu noktada en çok merak edilen başlıklardan biri. İşte tam burada, 18. yüzyılda İstanbul’a gelerek bu dünyayı kendi gözleriyle gören Lady Mary Wortley Montagu’nün tanıklığı devreye giriyor.
Lady Mary, İngiliz aristokrasisinin hem zeki hem özgün isimlerinden biriydi. Eşi Edward Wortley Montagu, 1717’de Osmanlı’ya büyükelçi olarak atanmıştı ve bu görev Mary’nin bambaşka bir dünyayı keşfetmesine imkân sağladı. Peki İngiliz büyükelçisinin eşi olarak kimdi Lady Mary? Döneminin kalıplarına sığmayan, kadınların eğitimi ve konumu üzerine düşünen, toplumu eleştirmekten çekinmeyen bir yazar, şair ve keskin gözlemciydi. Bu yüzden onun mektupları yalnızca gezi notları değil, aynı zamanda sosyal tarihin en değerli tanıklıklarından biri olarak kabul edilir.
Mektuplarında en dikkat çekici tespitlerinden biri, Osmanlı kadınlarının hukuki statüsüdür. Lady Mary’ye göre Osmanlı kadını, İngiltere’deki hemcinslerine kıyasla daha fazla mülkiyet hakkına sahipti. Nitekim mahkeme kayıtları da kadınların kendi adlarına mal alıp satabildiğini, miras haklarını savunduğunu ve gerektiğinde kocalarına karşı dava açabildiğini doğrular. Lady Mary bunu gördüğünde şaşkınlığını gizlemez; çünkü kendi ülkesinde evli kadın, kocasının yasal kimliğine tabi sayılıyordu.
Onun en çok tartışılan yorumlarından biri ise ferace üzerineydi. Batı’da çoğu zaman baskının sembolü gibi algılanan bu giysi, Lady Mary’nin gözünde bir özgürlük aracına dönüşür. Sokakta tanınmadan dolaşabilmek, aristokrat bir kadın olarak onun için bile neredeyse ulaşılamaz bir ayrıcalıktı. Bu gözlemi, Osmanlı kadınlarının sosyal hayatta düşündüğümüzden çok daha aktif olduğunu gösteren arşiv belgeleriyle de örtüşür.
Lady Mary’nin kadınlar hamamına dair anlatımı ise bir başka önyargıyı yıkar. Avrupa’da harem ve hamam çoğu zaman erotik bir hayal ürünü olarak resmedilirken, Mary’nin tanıklığında burası kadınların özgürce sosyalleştiği, statülerini gösterdiği ve kendilerine ait bir dünyayı yaşadığı bir mekân olarak görünür. Bu detay, Osmanlı toplumunda kadınların kendi alanlarına sahip olduğunu kanıtlayan kültürel bir veridir.
Mektuplarının tarihsel değerini artıran bir diğer unsur da onun çiçek hastalığına dair gözlemidir. Osmanlı’da uygulanan variolasyon yöntemini Avrupa’ya tanıtan kişi Lady Mary’dir. Üstelik bu yöntemi İstanbul’da kendi oğluna uygulatmış, dönüşünde de İngiltere’de yaygınlaşması için mücadele etmiştir. Bugün modern aşının geçmişine dair her anlatıda, onun bu cesur adımının izi bulunur.
Tüm bu örnekler, Lady Mary’nin yalnızca bir seyyah değil, kadınların gündelik hayatını, haklarını ve toplumsal konumunu dikkatle analiz eden bir gözlemci olduğunu gösterir. Onun mektupları, Osmanlı kadınını edilgen bir figür olarak gören Batılı anlatıyı kırarak, o dönemin kadınlarını özneleşmiş bireyler olarak ortaya çıkarır.
Ve işte tam burada kendime şu soruyu soruyorum. Lady Mary’nin üç yüz yıl önceki gözlemleri, bizim bugün kadınlara dair önyargılarımızı sorgulamak için hâlâ yol gösterici olabilir mi?
Sevgiyle ve saygıyla kalın.